Bir apartmanın hikayesi
1966 yılında, eski mezarlıkların üzerinde yükselen bir semtte Art Nouveau mimari tarzında yapılan, günümüzde ise etraftaki çöp kokusu nedeni ile adı Bit Palas’a dönüşen bir apartmanın, Bonbon Palas’ın hikayesini anlatıyor roman. Önceki romanlarındaki tarih ilgisini bu kez yalnızca apartmanın ilginç ve hüzünlü inşa tarihi ile sınırlı tutmuş Elif Şafak. Ekim devrimi ile terk ettikleri Rusya’dan İstanbul’a gelip bir türlü uyum sağlayamadıkları bu kentten Paris’e geçen, yıllar sonra kendi kaderlerinin izini sürüp yeniden İstanbul’a döndüklerinde Bonbon Palas’ı satın alan ve ömürlerini burada tamamlayan Antipov’ların hayat hikayesi de başlı başına bir roman konusu olabilirdi doğrusu.
Art Nouveau tarzını bilerek seçmiş yazar. Çünkü bu tarz mimarilerde apartmanın her katı bir başka planla yapılıyor.Böylelikle her katta yaşayanların farklılıklarını, insanların aynı mekânda yaşarlarken hiç bir mekana ait de olamadıklarını, o apartmanın katları arasında içte yaşanan kopukluğun dış cepheye de yansıdığını vurguluyor. Dar bir mekanda birbirine benzemeyen, neredeyse birbirlerini hiç kesmeyen hayatlarla karşı karşıya geliyoruz. Sıradan, her yerde karşımıza çıkabilecek türden orta sınıftan bu insanların tek ortak noktası, pencerelerini açmalarına bile imkan vermeyen çöp kokusu ve bir türlü baş edemedikleri hamamböcekleri. Kuaför Cemil ve Celal kardeşler, Mavi Metres, Madam Teyze, Hijyen Tijen, Hacı Hacı gibi apartmanın farklı dairelerindeki karakterleri bilinmeyen bir anlatıcının bakış açısından aktarırken, 7 numaralı dairede oturan erkek karakter “Ben”, birinci tekil şahıs ağzı ile konuşuyor, ve romanın merkezine oturuyor. Ancak asıl roman kahramanı on ayrı sesten konuşan Bonbon Palas…
Bir söyleşisinde; “görünenle görünmeyen, zahiri ile batini arasındaki farkı çok önemsiyorum aslında. Görüntünün altında başka dinamikler yaşıyor. Bütün takıntılarımızı eve saklıyor, göstermemeye çalışıyoruz. Kamusal alanda sakladığımız yüzler var. Ben o görünmeyeni göstermek istedim bu romanda” diyen Şafak, yegane ortak duyuları apartmanın hijyen meselesi olan roman kahramanlarının ilk bakışta farkına varılmayan, kapıların arkasına gizlenen bireysel trajedilerini, okuyuculara o kilitleri açarak izlettiriyor. Görünmeyen ama varlığını hep yakınlarında hissettiren kokunun ardındaki sır da aynı anlayışın ürünü; “Ve o anlamda da çok hüzünlü. Hayata karşı zaferi simgelemesi için yapılan apartman aşına aşına bir çöp yuvasına dönüşüyor. Ev temizdir, tekindir; dışarısı ise tekinsiz ve güvensiz olandır; çünkü dışarısı yabancının alanıdır. Yabancıdan da hiçbir zaman emin olamazsın, her tür kötülüğü oradan beklersin. Bu nedenle eğer bir çöp kokusu varsa, o da muhakkak dışarıdan geliyordur”. Oysa çoğu kez hiç de uzaklarda değildir kötülük…
En iyisi…
Hayatın parçalanmış dokusunun bir metaforuna dönüşen apartman sakinlerinin birbirlerinden kopukluğu, ne yazık ki kimi zaman romanın bütünselliğini de zedeliyor. 1940’lı yıllarda Amerikalı yazar Dos Passos’un ABD’deki hayatın atomize oluşunu sergilemek için kullandığı bu çok karakterli roman biçimi, parçalar bütüne bağlanamadıkları takdirde okuyucu için ayrı ayrı hikayelere dönüşme tehlikesini yaşıyor. Roman kurgusunun bütün bu parçalanmışlığına rağmen hiç kimsenin hayatının birbirinden yalıtılmış olamayacağının farkında aslında Elif Şafak ve romanını “Ben” anlatımı ile toparlamış dağılmaktan, ama yukarıda da belirttiğim gibi dışarıda kalan yerler de yok değil.
“Bit Palas”, Elif Şafak’ın yazarlık kariyerinde bir ilerlemeyi göstermesi açısından sevindirici. Bütün romanları arasında bence en iyisi olmuş… “Pinhan”dan bu yana, yazdığı her metinde dile, dilsel güzelliğe ağırlık veren Şafak, bu kez masalsı söylemden biraz uzaklaşarak hem güncel meseleleri taşımaya elverişli hem de akıcı bir dile ulaşmış. Daha şiirsel değil belki, ama romana daha yakışan bir dili var artık. Terk ettiği eski zaman sözcüklerinin şiirselliğinin eksikliğini ise zengin bir anlatım ve canlı tasvirlerle kapatıyor. Öyle ki, bu tasvirlerde kimi zaman dilin çekimine kendisini kaptırıyor Şafak ve anlatılan kişiler, olay ve mekanlar sanki dilsel bir güzellik arayışının aracı haline geliyorlar. Bir romanda her bir aracın/parçanın aynı zamanda romanın amacı olduğunu düşünürsek eğer, Elif Şafak’ın bu tarz arayışlarının roman yazımına bir soluk getireceğini de söyleyebiliriz.
A. Ömer Türkeş
Kitap içinde yayınlandı
Etiketler 2012, elif şafak, türkçe, temmuz